top of page

Bir Yazar: Daniel Defoe


Geçen haftalarda Edebiyat alanında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Ödülü'ne layık görülen Alev Alat'lının törende yaptığı konuşma kamuoyunda epeyce tartışmalara sebep oldu. Bazıları olaya sadece magazinsel açıdan bakıp, Emine Erdoğan'ın nasıl gözyaşlarına boğulduğundan bahsetti, bazıları sanatın ideoloji ve toplum arasında nasıl bir konumda yer aldığından ya da devlet ideolojisine sahip yazarların, sanatlarını bu ideoloji çerçevesinde nasıl yapılandırmaya çalıştıklarından dem vurdular.Toplumun farklı kesimlerinde, Alatlı’nın yazarlığı, bir partinin ya da rejimin hizmetine sunmakla eleştirildi ya da edebi kişiğine methileyeler düzüldü. Alatlı'nın konuşmasında referans olarak gösterdiği on sekizinci yüzyıl yazarlarından Daniel Defoe'yu biz de sizler için Mina Urgan'ın "İngiliz Dili ve Edebiyatı Tarihi" adlı eserini " kaynak gösterip hayatından kesitler sunuyoruz.

On sekizinci yüzyıl ilk romancıları arasında sayılan Daniel Defoe’nun, doğum tarihi kesin olmamakla birlikte 1660 yılında, James Foe adlı bir kasabın oğlu olarak dünyaya geldiği sanılmaktadır. Çocukluğu ve ilk gençlik yıllarına dair elimizde ayrıntılı bir bilgi olmamakla birlikte, bir süre okula gittiğini ama düzenli bir eğitim almadığını söyleyebiliriz. Foe soyadına “de” ekleyip “de” yi de Foe ’dan dan ayırarak kendine Fransız asıllı soylu bir kişi izlenimi vermeye çalışmıştır. Düşüncelerini ve öykülerini satmaya karar vermeden önce ticaretin her dalıyla uğraşmış ( çoraptan tutun iç çamaşırına kadar, istiridyeden tutun şaraba kadar), bir iş adamı olarak kimi zaman çok para kazanmış kimi zaman da iflas etmiştir. Ticaret hayatı başarısızlıkla sonuçlanınca, kırkına doğru yazarlığa soyunmuş, siyasal yaşamında kılıktan kılığa girmiştir. 1702’de yayınladığı bir taşlama yüzünden Kilise yanlıları tarafından para cezası ve hapse atılmakla kalmamış aynı zamanda “Dissent”lere ( Anglikan kilisesi öğretilerine karşı çıkan bağımsız Protestan mezhep üyelerine verilen isim) ibret olsun diye üç gün süreyle “pillory” cezasına çarptırılmıştır. İngiltere’ye hakim iki siyasi parti olan Whig (liberaller) ve Tory (muhafazakarlar)’ lerden para alarak, hükümet hesabına hafiyelik yapmış, kişisel çıkarlarını her şeyin üzerinde görmüştür. Defoe’nun birçok yanı karanlık kalan yaşamıyla kişiliği, değişik yorumlara neden olmuş, yaşadığı sırada ahlak açısından oldukça düşük, kurnaz bir gazeteci sayılmıştır. Bir çağdaşı, Defoe’nun ele avuca sığmamasına ve açıkgözlülüğüne değinerek, onun “anasının cıva, babasının şeytan” olduğunu ileri sürmüştür.

On sekizinci yüzyıl başlangıcında egemen olmaya başlayan orta sınıfın tam anlamıyla temsilcisi olan Defoe, Pope, Swift gibi yüksek orta sınıftan değil aşağı orta sınıftandı. “The Complete English Tradesman” (Tam ve Eksiksiz İngiliz Esnafı) ve” The Complete English Gentleman” ( Tam ve Eksiksiz İngiliz Centilmeni) adlı yayınlarında Defoe, sözcüsü olduğu aşağı orta sınıfı överken, o güne kadar birbirleriyle bağdaşmayan tüccar ve centilmen kavramlarını birleştirmiş, orta sınıftan gelenlerin yüksek sınıftan gelenler kadar kültürlü ve bilgili olduğunu savunmuştur. Kendi sınıfının ancak para sayesinde saygıdeğer bir konuma erişebileceğini düşündüğünden bu sınıfın üyelerine ellerinde geldiğince para kazanmalarını salık vermiştir. Romanlarının başkişilerinde, Robinson Cruose’da, Moll Flanders’de, Roxana’da kendi çıkarlarını gözetmek kaygısı her şeyden ağır basan karakterler yaratmış, onların tutumlarını hiç ayıplamadan, tam tersine çok doğal ve hatta çok doğru bulmuştur.

Defoe, bir insanın tüm yaşamını servet edinmeye adarken, erdemin de, dindarlığından da bir şey kaybetmeyeceğini savunmuştur. Ticareti, ticaret yoluyla para kazananları her daim yüceltmiştir. Defoe’ya göre, doğayı düzenleyen yasalar nasıl hiçbir zaman aksamazsa, bireylere servet sağlayan ticaret yasaları da hiç aksamadan yürümelidir. 1714 tarihinde yayınladığı “A General History of Trade”’de (Ticaretin Genel Tarihi) savunduğu düşünceler göz önüne alındığında “ ticarette özgür girişimin babası” diyenleri hiç yanıltmadığını görürüz. Defoe, ticaretin kutsallığına inandığından ötürü, diğer yazarlardan farklı olarak, yayıncıları hiç ayıplamaz ve onlar tarafından sömürüldüğüne dair herhangi bir duyguya kapılmaz ve yazma işinde kar etmek için canla başla çalışırdı. Belki de on sekizinci yüzyıl edebiyatında onun kadar çok yazı yazana pek rastlanmaz. Yazılarında sigortacılıktan tutun, hastanelerin durumu, iflas yasaları, ülkenin ve bankaların düzenlenmesi, ailelerde din ve ahlak sorunlarına kadar değinmediği konu yok gibidir. Şehirciliğe el atıp, Londra’nın dünyanın en güzel kenti haline gelmesi için planlar üretmiştir. Hatta daha da ileri giderek, ülkeler arasında savaşları önleyebilecek bir Uluslar Birliğinin ve hükümdarlarla uyrukları arasında çıkan sorunlara hakemlik edebilecek bir Dünya Mahkemesinin kurulmasını bile önermiştir.

Elli dokuz yaşındayken yayınladığı en ünlü kitabı olan Robinson Crusoe, gerçek bir olaydan kaynaklanır: 1704’de Alexander Selkirk adlı bir adam, çalıştığı gemini kaptanıyla geçinemediğiden, kendi istediği üzerine, Şili’nin batısında Pasifik Okyanusunda ıssız bir adada bırakılmıştır. Orada beş yıl kaldıktan sonra, Kaptan Woods Rogers’ın gemisi tarafından kurtarılmıştı.Başından geçenleri Kaptan Rogers’a ve Edward Cook adlı başka bir kaptana uzun uzun anlatan Selkirk’in adada yaşadığı hayat her iki kaptan tarafından kaleme alınmış, Defoe da, hem bu kitaplardan, hem de başka yolculuk anılarından yararlanarak ve kendi düş gücünü de kullanarak baş yapıtını yayınlamıştır. Kitabın başarısından yüreklenen Defoe, Robinson Crusoe’nin devamı sayılacak iki kitap daha yazmış ancak ilk kitap kadar ilgi uyandırmamıştır. Ömrü boyunca din ve ahlakı ön planda tutarak para kazanmayı kendine ilke edinmiş bir yazarın, öldüğünde hem bir alacaklısının açtığı dava sebebiyle kanun kaçağı hem de yoksul oluşu şiirsel adaletle örtüşen bir durum yaratması açısından oldukça ilginçtir.

Yukarıdaki bilgiler dâhilinde, Alatlı’nın Daniel Defoe’nun Cumhurbaşkanını ayakta alkışlayacağına ilişkin tespitinin ne kadar "yerinde" olduğunu söylemeden geçemeyeceğimiz bir durum ile karşı karşıya kalıyoruz

* Pillory: En rezil suçlulara verilen bu cezada, suçlu, başının ve ellerinin dışarı çıkması için üstüne delikler açılmış tomruktan bir tahtaya bağlanır, bir meydanda halka sergilenirdi

Öne Çıkan Yazılar
Öne Çıkan Yazılar
bottom of page